Kayıtlar

Hoşça kalın.

   Kurgu roman yazma hayaliyle başladığım bu yolculukta, deneme yazarken buldum kendimi. Kendimi dinledim, kendimi okudum. Yazdıklarım beni tatmin etti. Ama böyle devam edemem artık. Ya hikayelere geçmeli ya da klavyeyle arama mesafe koymalıyım. En azında şimdilik böyle düşünüyorum.     Yazar olmakla ilgili büyük hayallerim zaten sönmüşken tek dileğim, herhangi bir okuyucunun cümlelerimde kendini görmesi ve anlaşıldığını hissetmesi. Anlaşmanın karşılıklı olduğuna inanırım yani birinin de beni anlamış olabileceği umudu kendimi daha iyi hissetmeme sebep oluyor. Umuda sığınarak lafı daha fazla uzatmadan bitiriyorum.    Okuduğunuz için teşekkür ederim. Hoşça kalın. Şimdilik.

Mutlak sessizlik.

"Gittikçe derinleşir saatler, Rikkatle, yavaş yavaş ve yer yer Sessizlik daima ilerler."    Sessizlik aç bir yılan gibi tamamen yutar seni. Bazen de karanlık bir orman gibidir, kaybolursun yüksek ağaçlar arasında.    Ama gerçekte kaç defa mutlak bir sessizliğe maruz kaldık. Telefonu, televizyonu, camları ve kapıları kapatın. Tek başınıza kalın. Saatin tıkırtısı bile olmasın havada. Sessiz olur mu? Olmuyor. Kapıları kapattığım gibi kapatamıyorum aklımın odalarını ya da kısamıyorum düşüncelerimin sesini. Sürekli bir ses var kafamın içinde. Ve kalbim, göğüs kafesime hapsedilmiş gibi vuruyor.    Gerçek sessizliği merak ediyorum. Mutlak sessizlik. Belki öldüğümde? Sanmıyorum. Öldüğümde kalbimin sesi kesilmiş olur elbet ama ruhum, aklımda duyduğum seslerin sahibi ruhum yani ben olan ruhum sessiz kalamayacağa benziyor. Sessiz kalamıyorum.

Ben yok olmak istiyorum, hiç var olmamış gibi.

   Ölüm her yerde, her şeyde. Ölüm hep bizimle. Ölüm, doğru zamanda tutacak elimi. Ve ben ilk kez elim tutulduğunda rahatsız hissetmeyeceğim. Sürpriz yapmayacak ölüm, gelmesi gereken zamanda gelecek. Öyle ki hiç bekletmeyecek, hiç şaşırtmayacak.    Ölümle ilgili beni üzen tek şey son olmaması. Ben yok olmak istiyorum, hiç var olmamış gibi. Bedenim toprağın altında çürürken ruhum da ölsün milyonlarca parçaya ayrılsın ve uzayda yok olsun istiyorum. O parçalar tamamen cansız olsun ve mezardaki kemik parçalarından farkı olmasın. Varlığımın özünü temsil eden bilincimden eser kalmasın. Ve ben artık ben olmayayım, ben hiçbir şekilde var olmasın artık.

Ben korumasam ne kalbim ne de ruhum diğer insanların elinden sağlam kurtulabilir.

   Huzur içinde yaşayıp, huzur içinde yatmak istedim. Pencerenin önüne oturup, kahvenin içimi güneşin cildimi ısıttığı zamanlarda yakaladığım huzuru hiç bırakmamak istedim. Her şey her zaman mükemmel olsun istedim. Benim için mükemmel. Çok çabaladım ve neredeyse başardım. Taki bu sürekli huzur ve mükemmelin aklıma da ruhuma da iyi gelmediğini fark edene kadar.    Arada unuttuğum, belki de unutmaya çalıştığım bir gerçek var. Mutlak ve kesin bir bilgi. Ben insanım. Etten ve kemikten, zayıf bir kalp ve zayıf bir akılla beraber bolca kibir ve körlükten oluşuyorum.     Ben korumasam ne kalbim ne de ruhum diğer insanların elinden sağlam kurtulabilir. Bunu çok iyi bildiğimden yüksek duvarlarım ve kalın bir zırhım var. Yüksek duvarların içinde kalmaya o kadar alıştım ki kalbimin ne kadar zayıf olduğunu unuttum. Zırhın korumasına ve soğukluğuna o kadar alıştım ki sıcak bir dokunuş yaktı, yara oldu. Çoğunluktan daha güçlü, daha dayanıklı, daha akıllı olduğuma inandırmaya çalıştım kendimi ve sık

Dinleseydim.

   Eğer insanlar dinleseydi beni, gözlerimle ruhlarını delmeden önce, sesim kalplerinin ve akıllarının ücra odalarına ulaşmadan önce, sözlerim kalbi kırıp ruhu çatlatmadan önce dilim bu kadar keskin olur muydu?    Ya da kendime yetmeyen aklımı dağıtmadan önce dursaydım, dursaydım ve düşünseydim. Dinleseydim. Derdine çare mi istiyor, kalbine battaniye mi, ya da sadece duyulmak mı, diye.    Sussaydım. Aklımı da sustursaydım. Kalbimi kapatsaydım. Duyduklarım kulağımdan içeri girmeseydi. Her derdi kalbime, her sorunu aklıma almasaydım. Sadece iyi bir dinleyici olup ağızım sıkıca kapalı, başımı sallayarak dinleseydim. Daha iyi bir dost, daha iyi bir insan olur muydum?    Ya da sesimi ve yüz ifadelerimi sert ve sarsılmaz göstermeye çalışmayı bıraksaydım, hissettiklerini ne kadar çok hissettiğimi belli etseydim. Kalbinin kalbimde yeri olduğunu gösterebilseydim sana daha faydalı olabilir miydim?    Dün daha akıllı olsaydım, bugün daha az kalp kırar mıydım? Daha az insanı üzer miydim?     Belki

Karar vermem gerek.

    Karar vermem gerek. Yaşamak istediğim hayat bu mu? Bu işi yapmaya devam etmek istiyor muyum? İşimde faydalı olacağını savunduğum şeyleri savunmaya devam edecek miyim? Arkadaşlarımla arkadaş kalacak mıyım? Yarın iş çıkışı yemeğe gitmek istiyor muyum? Yeni küpelere ihtiyacım var mı? Kış geldiği için pencereleri sürekli açık tutmuyorum yani ev daha az tozlanıyor. Haftada iki kez süpürmek yeterli olmaz mı? Kredi kartı harcamalarımı kaç lirada limitlemeliyim? Artık kahvaltı yapsam mı yoksa öğlene doğru mu yesem?     Büyük ya da küçük, önemli ya da önemsiz bir sürü seçim yapıyoruz. Bunu hepiniz zaten biliyorsunuz. Yalnız karar vermeyi erteledikçe küçük olanlarda büyümeye başlıyor. Kafa tasımı dolduruyor ve odaklanmamı engelliyor. Gitgide karmaşıklaşıyor ve saçma bağlamlar oluşturuyor. En küçük karar bile verilmediğinde çok yorucu oluyor. Hem bir yerden başlamak lazım. Küçük kararlardan daha büyük ve önemli olanlara doğru gitmek kolaylaştırır süreci.     Şimdi, izninizle karar vermem gere

Aklım tüm raflarını temizlemeli.

   Son zamanlarda çok fazla soru soruyorum, belki yazılarımda da fark etmişsinizdir. Bir şeyleri ve kendimi yargılamak zaten çok sık yaptığım bir davranıştı ama bildiğim cevaplardan çok emin değilim artık. Bu durum beni mutlu ediyor. Öğrendiklerim artık yetmiyor demek ki, tekrar öğrenmeliyim, tekrar çalışmalıyım. Saatlerce kitap okumalı, felsefe dersleri dinlemeli, karşıma çıkan her bilgiyi ölçüp tartmalıyım. Daha fazla izlemeli, daha fazla incelemeliyim her şeyi.     Aklım tüm raflarını temizlemeli, artık geçerli olmayanları atmalı, kalacakların bir güzel tozu alınmalı. Unutulmaya yüz tutanlar günlendirilmeli. Ve yeni gelenleri özenle seçip yerleştirmeli.  

Sadece bedenimi ve ruhumu kendim korumayı seçtim.

    Kendimi bildim bileli sevgimi de öfkemi de sakınmam. Hakkımı yedirmem. Hak etmediğim muamele karşısında sessiz kalmam. Başkalarının haklarının yenmesine seyirci kalmam. Tembel, cahil kalmayı seçen, tutucu insanlara ise hiç saygım yok.    Bir kadın olarak, saf ve sevgi dolu olmadığım için iyi bir insan olmadığıma, fazlasıyla sert olduğuma dair yorumlar aldım defalarca. Gençliğimin başlarında, henüz kendimi yeterince tanımadan önce, bu yorumları kabullendim ve iyi bir insan olmadığıma kanaat getirdim. İyi bir insan olmamamı hiçbir şey için bahane olarak kullanmadım, sevilmeyi hak etmediğim düşüncesi hariç.    Geçenlerde yine insanları izlerken, konuşurken fark ettim ki ben kötü bir insan değilim. Ve insanların görmeyi seçtikleri kadar sevgisiz ya da öfkeli de değilim. Herkesi sevmeme ya da merhamet duymama gerek yok. Kendimi başka birine emanet etmeme gerek yok. Sadece bedenimi ve ruhumu kendim korumayı seçtim. Normal olanın bu olduğunu düşündüm. Ama toplumun kadına bakış açısını içs

Bazen halının üzerinde uzanıyorum, tavanı izleyerek.

    Bazen halının üzerinde uzanıyorum, tavanı izleyerek.    Tavana bakıyorum. Geçmişimi ve geleceğimi, olduklarımı ve olamadıklarımı, yaptıklarımı ve yapamadıklarımı sevdiklerimi ve sevemediklerimi, rüyalarımı ve kabuslarımı görüyorum. Kendimi dışardan izliyorum ve içerden yargılıyorum. Sonra tavanın ilerisine, gökyüzüne bakıyorum. Bildiklerimi ve bilmediklerimi, gördüklerimi ve görmediklerimi, bakıp da göremediklerimi izliyorum. Gözlerimi kısıp biraz daha ileriye bakıyorum, karanlığa. İçimdeki karanlığa ve ışığa, ışığın aydınlatabildiklerine ve gölgede kalanlara, var oluşuma ve var oluşumun ötesinde bakıyorum. Yok oluşumu arıyorum, ölüm zaten orada.    Yumuşak halıya başımı yasladım, sırtım düz, dizlerim bükük, uzanıyorum. Gövdem halıda aklım ise yukarda. Sonra yavaşça bırakıyor halı beni, kayıyorum. 2. kat, 1. kat, zemin, temel, toprak... Rahatlıyor bedenim ait olduğu yerde, kendinden öncekilerle.

Bu kadar.

   Sufle ile çözülebilen sorunlarım olması iyi bir şey sanırım. Ya da sıcak bir banyo, renkli bir gün batımı, ılık ve hafif bir rüzgar, şiddetli yağmur, hışırdayan yapraklar, taze demlenmiş kahve... Tüm problemlerimizin çözümleri para ya da diğer insanlara bağlı değil. Hatta bazen çözüm hiçbir şeye bağlı olmuyor. Bazılarının çözümü bile olmuyor. Bazense aslında sorunu göremiyor, anlayamıyoruz.    Sufle tatlı krizi dışında hangi problemini çözebilir, diye soruyor olabilirsiniz. Cevabım, bilmiyorum. Problemimin ne olduğunu bilmiyorum. Aklımda açıklayamadığım bir karmaşa, gövdem de ise sıkışma var. Saatlerce düşündüm. Unuttuğum bir şey mi var, diye aklımı dolaştım. Yüreğimi yokladım. Dalgındılar. Sebebini bulamadım. Kafamı dağıtmak istedim, arkadaşımla muhabbet ettim. Ona da açıklamaya çalıştım, kelimelere dökemedim. Dalgındım.     Neyi düzeltmem gerek? Birçok şeyi. Şimdi canımı sıkan hangisi? Bilmiyorum. Sufle yemek iyi hissettirdi mi? Evet. Aklım biraz duruldu mu? Evet. Bu kadar.