Sadece canı sıkılan bir kızdım.
İçimde yakın zamana kadar gözümü ve kalbimi bağlayan bir yarım kalmışlığın burukluğu vardı. Bahsetmek istiyorum.
Aynı yerde olmamıza karşın üç yıl boyunca ne selamlaştık ne de birbirimizin yüzüne baktık. Sonra bir gün yan yana geldik ve birbirinden çok farklı bu iki ruh bir şekilde o ilk an bağlandı. Aşk ya da nefret değildi bağın özü. Etrafımda gergin gergin dolanıp hakkımda sık sık soru soruyordu; ne giydiğini ne sorduğunu hatırlamıyorum ama yüzünün hali hala gözümün önünde. İlgisinin farkındaydım ama ondan ilgi görmeyi kabullenememiştim. Çok yakışıklı, akıllı, başarılı olduğundan değil; gözün gördüğü ve görmediği her şekilde farklı olduğumuzdan ve başkalarının farklılıklarını anlayışla karşılayacak olgunluğa sahip olmayışımızdan.
Bir yıl kadar sürekli beraberdik, günün yarısından fazlasını yan yana geçiriyorduk. Çok konuştuk ama emin bir şekilde söyleyebilirim ki söylediklerimin hiçbirini kafasındaki figürüme layık görmediği için dikkate almadı. Gitmedi de. Gözünde hayal kırıklığını görebiliyordum, dikkate almadım. Gitmedim de. Henüz kalbimde ona özel bir yer vermemiştim. Arkadaştık, değişen ortamla kaybettiğim insanların yerini dolduruyordu sadece. Ve aynen onlar gibi beni olduğum gibi kabul etmemişti. Belki ona çabuk alışmamın en önemli sebebi beni olduğum gibi kabul etmemesiyle beraber sürekli olarak yargılamasıydı. Ailemden alıştığım bu tip muamelelerin farkında değildim henüz, bana normal geliyordu.
Ayrılık vakti gelince söylemek istedi; karşımda dolu gözleriyle bana bakarken onu sevdiğimi değil, söylemesini ne kadar çok istediğimi düşündüm. Birileri geldi, beni çağırdılar derken söyleyemedi. Birkaç dakika sonra yanına gidip sorduğumda çoktan vazgeçmişti. O şehirdeki son gecemdi.
Hayatımın hızla değişmesi ve benim geri kalmamdan ötürü zor zamanlar geçirmeye başladım. Yalnızdım. Sevdiğim hiç kimse, en önemlisi hiçbir şey yoktu. Tatmin olmuyordum. Sık sık geriye dönmeye başladım; geçirdiğim günleri biraz da olsa değerli gösterecek, hayatımı israf ettiğim düşüncesini çürütecek bir şeyler arıyordum. Onu buldum. Daha doğrusu hayatımı kurtaracak o harika şeyi, aşkı.
Aşık insanlar hoş görülür, saygı görür ve bence herkesin yapamayacağı nadir bir şeyi yaparlar: gerçekten severler. O zamanlar böyle düşünüyordum. Böyle bir hissin parçası olmak çok cazip göründü. Ve ben de onun fiziksel uzaklığını fırsat bilerek sıkı sıkı sarıldım bu duyguya. Günlerimi gecelerimi verdim, bunlar birikti ve aylar yıllar oldu. Bir bakmışım ona aşık olduğuma eminim. Ama öyle miydim?
Yıllarca rüyalarımda kovaladım. Yüz yüze konuşmak şöyle dursun telefonda bile konuşmuyorduk. Farklılıklarımız iyice büyümüştü, hala da anlayışlı insanlar değildik. Onunla konuşmak için birçok girişimde bulundum, ya cevap vermedi ya da gelmedi. Kalbimde yara olarak kalacağını sanmıştım ama o hissi içimde zorla tutmaya çalıştığımı gördüm; ortada ne aşk ne de hasret vardı, sadece canı sıkılan bir kızdım.
Onu neredeyse beş yıldır görmedim ve yedi senedir de ayrı şehirlerde yaşıyoruz. Uzun zamandır da ne aklımda ne de kalbimdeydi. Bugün bilgisayarı açana kadar bunun hakkında yazmayı düşünmemiştim. Birden aklıma geldi ve yazmaya başladım yani içimdeki bir sır değil artık, üzerimdeki etkisi ve pişmanlığı ise yok denecek kadar azalmış. Bu konuda rahat olmama sevindim. Bir şey daha eklemek istiyorum. Onu tekrar görmeyi ve iki çift laf etmeyi isterim, eski dostların yaptığı gibi.
Yorumlar
Yorum Gönder